Google Analytics İzleme

19 Temmuz 2010

'Doğru bir özelleştirme' olarak Türk Telekom

TT'nin yüzde 55'ini satın alan Oger Telekom'un birçok Ortadoğu ülkesinde ve Asya'da faaliyetleri var. Hal böyle olunca bu birimler arasındaki sinerjiyi üst düzeye taşımak adına bir araya geliyorlar.

TT özelleştirmesi, çok tartışılan bu konuda isabetli bir örneği teşkil ediyor. Bu konuda 4 kriter var: Özelleştirme sonrası sıfırdan yatırımlara devam ederek zamanla istihdam oluşturmak. İhracata katkıda bulunarak ülkeye döviz kazandırıp cari açığa olumlu katkıda bulunmak. Teknoloji transferine ve bunun yerlileştirilmesine yardım etmek. Ve nihayet, kaliteli hizmet ve rekabete ilaveten Hazine'ye iyi bir vergi geliri aktarmak.

TT'yi bu 4 kritere göre incelemek istiyorum. Yukarıdaki hedeflere varabilmek için özelleştirme sonrasında şirketlerin verimlilik ve kârlılık esasına göre yeniden yapılandırılması şarttır. KİT mantığı bunu ihmal eder. Zira genel olarak KİT'ler verimsizlikten kaynaklanan pahalı üretim sorununu tekel rantı oluşturarak kâra tahvil etmeye ya da zararları sübvanse etmeye dayanır. Hem Türkiye hem de dünya örnekleri ağırlıklı olarak bu yönde. Bilhassa 90'lı yıllarda Türkiye'nin kronik sorunları sisteme buradan nüfuz etmiştir.

İlk bakışta çalışanlar lehine gözüken ve sendikaların alkışını alan bu durum kamu açıkları, enflasyon ve yüksek faiz olarak dönüp uzun vadede toplumun zararına netice vermiştir. Böyle bir yapı ekonomiyi ne kadar çok domine ederse, uzun vadede ekonomide 'mübadele maliyetleri' iktisadi rasyonaliteyi ortadan kaldıracak kadar yükselir. Bu durumda özel sektör kovulur, girişimcilik ölür, piyasa aksaklıkları had safhaya çıkar, toplumsal refah açısından gerekli üretim oluşmaz. Ya da devlet tümüyle batağa saplanana kadar süreç sübvansiyonlarla, bütçe açıkları ve kamu borçlarıyla gittiği yere kadar diretilir.

Günümüzde altın kural belli: Hem kaliteyi artırıp markalaşacaksınız, hem de fiyatları düşüreceksiniz. Bunun yolu inovasyon ve verimlilik adlı 2 kritik kavramdan geçiyor. Ticarete konu olan sektörlerde çok yatırım, az istihdam ve düşük kârlılık çağındayız. Bunun yanına bir de Çin ve benzer ülke sendromlarını koyunuz. Bu şartlar altında herkesin diline doladığı 'istihdam dostu büyümeyi' daha çok ticarete konu olmayan sektörlerde arayabiliriz.

TT örneğinde de bütün bu 'rasyonelleşme' çabalarını görüyoruz. Zira rekabette fiyatlar sürekli düşerken şirketler yeniden yapılanıyor. Bu sebeple TT'nin 2005'teki özelleştirilmesi sonrasında beklendiği gibi hem istihdamda, hem de ödediği vergilerde büyük düşüşler yaşandı. Kurum özelleştirme öncesinde örneğin, 2004 ve 2005 yıllarında sırasıyla 1,1 ve 1,3 milyar TL'nin üzerinde Kurumlar Vergisi öderken, rakam 2008 itibarıyla 650 milyon TL'ye kadar düştü. 2009'da biraz daha artmış. Buna rağmen 2007 yılında vergi rekortmeni, 2008 yılında ise Turkcell'in ardından 2. olduğu göz önüne alındığında, vergilerdeki azalmanın sadece TT'nin bir sorunu olmadığı anlaşılıyor. Petrol pahalanınca vergide bu alandaki şirketler ön plana çıktığı gibi, 2009 krizinde de malı götüren bankalar vergide öne çıkmış. İlk 10 kurumun yedisi banka!

Tekel rantı ile kârlı olan TT'de istihdam sadece çok şişmiş değil, aynı zamanda demografik yapı ve beşerî sermayenin niteliği de bu sektörün gittiği yer açısından pek elverişli değildi. Çok pahalı hizmetlerle kâr edip istihdam oluşturabilirsiniz, ancak hem toplum buna itiraz eder, hem de rekabette yaşayamazsınız. İşte bunun zorladığı değişim baskısı altında 45 bin civarındaki çalışan sayısı bir ara 25 binlere kadar düştü. (Büyük kısmı kamuya geçti) Ancak büyüme ve yatırımlara paralel olarak şimdi yeniden işe alımlar başladı ve istihdam 30 bin bandına çıktı. Böylece genç, dinamik, sektöre layık eğitim alan bir kadro kuruldu. İlaveten bu işe almalar, Türkiye'nin dört bir yanına yayılmış durumda.

Yazar: İBRAHİM ÖZTÜRK

Alıntı


Hiç yorum yok: