Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), İnsanî Gelişme Endeksi (İGE) raporunu yayımladı.
Endekse göre, Türkiye, 169 ülke arasında 83. sırada yer alıyor. Kişi başı gelirde ise Türkiye dünyada tam 54. sırada. Rekabetçilik endeksindeki yerimiz ise 62. sıra. Verimlilik ve inovasyon göstergelerinde de Türkiye, OECD ülkelerinin dibine çakılmış durumda. Helal olsun bize!
Bunlar son yılların rakamları değil elbet. Birike birike geliyor. Tam tersine son yıllarda hepsinde olumlu yönde kıpırdama var. Verimlilik artış oranında Türkiye, son yıllarda Çin ile birlikte başa güreşiyor, ancak yetmiyor. Yine de mevcut kriterlere göre Türkiye, İGE'de 'Yüksek İnsani Gelişme' gösteren ülkeler sınıfında yer alıyor. Nüfus ve coğrafi büyüklüğümüz ile övünüyoruz. 'Kelle sayısının' çokluğu sayesinde ekonomimiz dünyada 16. sırada.
Kısaca kemiyetin (sayısal büyüklüğün) olduğu her yerde bir şekilde biz de varız. Ancak keyfiyetin (niteliğin, kalitenin) olduğu yerde çok gerilerdeyiz. İGE endeksinde Türkiye'yi en kötü gösteren alanların başında son yıllardaki nefes nefese hamlelere rağmen hâlâ eğitim, sağlık hizmeti ve insanlar arasındaki eşitsizlik geliyor. Şimdi lütfen şu son iki cümleyi birleştirerek bir daha okuyun. Gelecekteki tehdidin nerede olduğunu açıkça göreceksiniz.
Öte yandan Türkiye'ye belli oranda tersine beyin göçü de başlamış gibi. Bir yandan Avrupa ve ABD'de iş imkânlarının azalması ve ırkçılık eğilimlerinin baş göstermesi, öte yandan Türkiye'nin nitelikli insanlar için artan iş cazibesi sayesinde bu hareketlilik devam edecek gibi. Ancak baba ocağına dönen bu insanlara sahip çıkacak bir birim, bir sıcak kamusal ortamın inşa edilmesi, gelenleri eş dost üzerinden yer-yurt, iş-aş aramaktan kurtaracak bir mekanizmanın tesis edilmesi gerekiyor. Yoksa, 'geldik, gördük, döndük' türünden acı hayal kırıklıklarının yaşanması işten bile değil.
Ancak en çok da suçu, gitmeyip hasbelkader buralarda kalmak olan yetişmiş bir avuç evladımıza kıymamalıyız. Lafı İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Dr. Murat Yalçıntaş'a getireceğim. İçim yanıyor, aile dostum, arkadaşım. Boğaziçi Üniversitesi'ni bitirmiş, yurtdışında eğitime devam etmiş, dört lisan konuşan, iyi bir hatip. MÜSİAD ve AK Parti'nin kuruluşunda yer alan bir kişi. Kariyerinin daha başında. Türkiye şartlarına göre varlıklı bir insan. En önemlisi vatanseverliği, milliyetçiliği, devlete bağlılığı, mazbut yaşamı ile görmüş geçirmiş bir aileye mensup. Baba Yalçıntaş Hoca'nın, devletin işleri için 'bunu ancak sen çözersin' diye yurtdışına gönderildiği görevleri hatırlıyorum.
Şimdi bütün bunları bir araya koyarsak, herhalde böyle bir kişinin en son tevessül edeceği husus rüşvet almak ya da vermek olabilir. Olsa olsa milletin malının peşkeş çekilmesine karşı sergilediği direnç, onu birtakım hasmane tutumların hedefi haline getirmiş.
Süreç yargıda ve ben de hukukçu değilim. Dolayısı ile bu süreçle ilgili yazmak benim işim değil. Ancak soruşturma açılınca gezisini yarıda kesip gelen bir kişi. Dünyanın en büyük odalarından birinin başkanı. Dahası Akdeniz Ticaret ve Sanayi Odaları Birliği'nin de başkanı. Yaptığı başarılı çalışmalardan ötürü Fransa'da Cumhurbaşkanı Sarkozy'den 'Legion D'honneur' yani Şövalye Nişanı alan bir kişi. İş dünyası, infial halinde ayakta ancak o, içeride.
Gazetelere yansıyanlara bakıyorum, en yeni 'delil' iki sene öncesine ait deniliyor. Ayrıca Yalçıntaş, 'Yanlış birtakım işlerin kokusu burnuma geliyor, lütfen takip edin.' diye gerekli yerleri de uyarmış. Buna rağmen 'rüşveti görüntüledik' diyenlere, 'peki neden suçüstü yapıp delillerle yakalamadınız' diye sorulduğunda, karşımıza iki senelik suskunluk çıkıyor.
Bu arada eğer varsa, rüşvet alan bazılarının da dışarıda olduğu söyleniyor. Ergenekon'da silahları dağa bayıra kaçıranlar, destek verenler, bir gün hapis yatmadan evlerinde, hastanelerde olunca insan üzülüyor.
Tamam, 'filler tepişir, çimler ezilir'. Bunu biliyoruz. Ancak ey büyüklerimiz; bu kadar nadide vatan evlatlarını yetiştirmek de kolay olmuyor.
Alıntı
İbrahim Öztürk
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder